ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
Ocak 2011, C: C, S: 709, s. 33-38
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Elli yıl önce, 1960'ın Kasımında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğ¬
rencisi olmuştum. Gerçi sonradan Bölümümüzün bu adını sadece
yazışmalarda kullanır olmuş; "Türkoloji aşağı, Türkoloji yukarı" de¬
meye başlamıştık. Aralarındaki farkı öğrenmemiz de zaman alacaktı.
Lise sıralarında edebiyat derslerinin arasına sıkıştırılmış, âdeta boğulma
aşamasına gelmiş olan Türk dili ile ilgili konuların alabildiğine boy attığı bö¬
lümümüzde Türkçemizi yeniden keşfeder gibiydik. Ord. Prof. Dr. Reşid Rah¬
meti Arat'ı, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu'nu, Dr. Muharrem Ergin'i dil
derslerimizi; Doç. Dr. Faruk K. Timurtaş'ı da o günkü adıyla Osmanlıca dersi¬
mizi verirken görmek bizlere yeni ufuklar açıyordu.
Prof. Arat, Asya Türklerinden Tarancilerden derlenen, "hayvanatnın tilini
ürgengen" kişi başlıklı bir metni inceliyor, Prof. Caferoğlu dil tarihini anlatıyor,
Dr. Ergin ise dil bilgisi konusunu işliyordu.
Prof. Dr. Mecdut Mansuroğlu iki üç ay önce vefat etmiş, öyle dediler. Prof.
Dr. Sadeddin Buluç da yurt dışındaymış. Dr. Ali Fehmi Karamanlıoğlu ile asis¬
tan Necmeddin Hacıeminoğlu ise bölümümüzün öbür dil hocalarıydı. Böyle-
sine kalabalık bir dil hocasından bilgi almak hem zevkli idi, hem de zordu.
(Neyse, demek ki mezun olduğumuza göre zorlukları yenmişiz.) Dr. Ergin'in
bir tür 'Türkçenin romanı' gibi anılan ve alanının günümüzde de kabul gören
kitabı, bizlere yepyeni ufuklar açıyordu. Sadece kitabı mı? Hocamızın fevka¬
lade etkileyici ders anlatma yöntemi de bizi büyülüyordu.
Elbette konuya girilirken bir tanım faslının olması gerekmez miydi? Öyle
de oldu. Hocamız dili tanımlarken belki uzunca bir cümle kurmuştu ama an¬
latılanları hepsi aklımıza, şairin dediği gibi, 'mıh gibi' çakılıvermişti. İsterseniz,
Nasreddin Hocamızı da anarak, o tanımın suyunun suyunu sunuvereyim: Dil
canlı bir varlıktır. Evet, hocamız Dr. Ergin böyle diyordu. Biz ortaokul ders ki¬
taplarının sayfaları arasında; tümleç, bağlaç, nesne terimleri arasında kaybo¬
lup giderken bu yeni dünyayı henüz keşfedememiştik.
Dil, canlı bir varlık... Yani o da öbür canlılar gibi ölümlü. Bu konu zaman
zaman gazetelerin bile sayfalarına girebiliyordu: Dünyada şu kadar dil var,
beş yıl içinde bunların da şu kadarı kullanımdan düşecek. Ne demek oluyor?
O dili kullanan kimse kalmamışsa o dil artık 'ölü diller' arasında yer alacak.
Yıllar sonra, son konuşanı da 85 yaşında aramızdan ayrılan Ibıhça / Ubıhça da
"ölü diller' arasında yer alacaktı.
Acaba kaç ölü dil var? Kaç dil de yakın bir gelecekte onların arasında yer
alacak? Bu konuyu ilgililere bırakarak biz kelimelerin ölümüne gelelim. Evet,
diller ölür de kelimeler ölmez mi? Hem de fazlasıyla ölür. Ama her kelimenin
ömrü bir olmuyor. Ekonomist Prof. Dr. Şükrü Kızılot günlük köşesinde şöyle
diyordu: "Bir tavşan bütün gün hoplasa da zıplasa da sadece 15 yıl yaşar. Bir kap¬
lumbağa ise hiç çalışmadan, hiçbir şey yapmadan 450 yıl yaşar.'' (Kızılot 2010).
Söze kelime'den başlayalım. Biz Türkler bu kelimenin karşılığı olarak ne¬
leri kullanmışız? Öyle derinlemesine kaynak araştırmasına girmeyeceğiz.
Orhun Yazıtları'nda kelime'nin karşılığı yoktur Kâşgarlı'da ise saw, farklı an¬
lamda kullanılırken (iddia, tez, atasözü, vb.) söz anlamında da kullanılmıştır.
söz'ü almamızın özel bir sebebi vardır. Türk Dil Kurumunun sözlüklerinde şu
34 kelimeler daima birbirlerini karşılamışlardır: kelime, söz, sözcük.
Dildeki özleştirme akımının öncülerinden olan Nurullah Ataç, kelimenin
karşılığı olarak pek çok yeni kelimeler türetti. O, bir kelime için o kadar çok ke¬
lime üretti ki âdeta, 'Amasya'nın bardağı, biri olmazsa biri daha' sözü bu tü¬
retme olayı için söylenilmiş gibidir.
Ataç'ın türettiği kelimeleri bir araya getirip âdeta bir sözlük hazırlayan
Yılmaz Çolpan'ın çalışmasında, kelime karşılığı olarak yer alanlar şunlardır:
düzeti, düzdeyiş, yayıç, düzsöz, düzyazı. Sonuncusunun tutunur gibi olduğunu bi¬
liyorsunuz: düzyazı. O zaman niye şiir karşılığı olarak yıllarca koşuk, yır gibi
ölü kelimeleri diriltmenin peşinde koşup durduk? Ona da eğriyazı veya kırık-
yazı deyiverseydik ya!
Bunları söylerken nesir kelimesini savunduğumuz sanılmasın; günü¬
müzde ikisi de kullanılıyor. Asıl söylemek istediğimiz ölen kelimeleri; biraz
da türetme aşamasında bizler ortaya atmadık mı? Unutmadan söyleyelim, ke¬
lime karşılığı olarak kullanılan bir de tilcik'imiz vardı. Günümüzdeki dil keli¬
mesinin asıl şekli til ya, hemen bir küçültme eki ile kelimeyi türetiverdik! Oysa
şekil til de değil, Mahmud, 'Erdem başı tıl (Erdemin başı dil) diyordu (I /107,
b336; III /133).
Kelimelerin ölümlerinden söz ederken karşımıza bir de kelime ve eş an-
lamlılarının ölüm kalım savaşı çıkmaktadır. Kelime, bir kız çocuğu adı olarak
görülürken söz, sözcük, tilcik, vb. kelimelerde bu özelliği göremiyoruz. İlerde
olur mu? Olabilir; mısra, öykü, destan, efsane kelimelerinin ad olarak kullanıl¬
dığını hatırlayarak onlara da bir şans tanımış oluruz. Konuyu tekrar başa ala¬
lım; hani iki hayvanımızın yaşları ile ilgili cümlelerimiz vardı ya, işte oraya...
Kelimelerle tavşanın ve kaplumbağanın arasında nasıl bir bağ kurabiliriz
acaba? Bakınız, bir zamanlar günlük hayatımızda sıkça kullandığımız, dili¬
mizde sıçrayıp zıplayan kelimeler vardı; ama şimdi yoklar. İster kullanımdan
düşüp sözlük sayfalarına sığındılar deyiniz, isterseniz öldüler. Bizim için
ikisi de olabilir. O kelimeler artık kullanılmıyor; onlar 15 yıllarını doldurmuş¬
lar ve aramızdan ayrılmışlar. Elbette bu 15 yıl simgesel bir sayıdır; 15 olmaz da
25 olur, 50 olur. Mesela ben Divânü Lügati't-Türk'teki bir atasözümüzde yer
alan, endik, uma gibi kelimelerin ömürlerini merak eder dururum.
Endik, uma ewlikni agırlar (I / 106).
endik, şaşkın, ahmak; uma ise, misafir, konuk demektir. Merak ediyorum
bu iki kelime günümüzde Türk dünyasında kullanılıyor mu? Belki Karşılaştır¬
malı Türk Lehçeleri Sözlüğü derdimize derman olabilir. Bakıyoruz, orada da yok!
Yukarıdaki atasözümüz günümüzde aşağıdaki şekilde söyleniliyor: 35
Ahmak / Şaşkın misafir ev sahibini ağırlar.
Peki, endik nereye gitmiş, uma'ya ne olmuş? Onlar, araya giren zaman içinde
tavşanın veya kaplumbağanın sonunu mu yakalamışlar? Bu iki atasözümüzün
ara döneminde belirleyebildiğimiz ilk örnek sözümüz de şöyledir.
Konuğun kutsuzı ev issini ağırlar.
Acaba bu sözün kaynağı nedir? İstanbul'da Fatih Millet Kitaplığında, ka¬
yıtlara Telhis adıyla geçen bir yazma var. Bu cildin içinde başka eserler de bu¬
lunuyor. Bunlardan biri de, Hâzâ Kitâbü Atalar bifermâyed Oğullara adını
taşımaktadır. Kitap, Veled İzbudak tarafından 1939 yılında Atalar Sözü adıyla
yayımlanmış. Biz de oradan yararlandık.
Gelelim endik ve uma kelimelerini tahtlarından eden yeni kelimelere.
endik olmuş kutsuz, uma olmuş konuk. Galiba ömrünü tamamlayan bu keli¬
melerin yerlerine gelenleri anlamak hiç de zor olmayacak. Üstelik kelimelerin
ikisi de yine Türkçe.
Sözümüz biraz macerayı sever biri olmalı ki dönem dönem değişikliğe
uğruyor. Biz hepsine eğilmeyelim de, Ebüzziya'nın yeni baskısını yaptığı Şi-
nasi'nin Durûb-ı Emsâl-i Osmâniyye'sine bir göz atalım.
Misafirin akılsızı ev sahibini ağırlar (nu. 3479).
Endik gitti kutsuz geldi, o da gitti akılsız geldi. Öbür kelimemizin başına
gelenler de şöyle: uma-konuk-misafir. Sözümüzün belirlenen ilk şeklindeki dört
kelimenin hepsi Türkçedir; Şinasi-Ebüzziya yayınında ise kelimelerin üçü
Arapça (misafir-akıl-sahip), kalan ikisi de Türkçedir. Günümüzdeki şeklin de¬
ğerlendirilmesini size bırakıyoruz.
Gelecek on yıllarda acaba bir geriye dönüş olabilir mi? Konuk kelimesi son
yıllarda yine gündemdeki yerini aldı. Bazı toplantıların sunumunda, hazır bu¬
lunanlara tek başına konuk denilirken, bazen de konuk ve misafir kelimeleri bir¬
likte kullanılmaktadır. Biz, gelecekte konuk kelimesinin daha da yaygınlaşacağı
görüşündeyiz.
Mahmud'daki başka bir uma'lı atasözünü de hatırlayalım:
Uma kelse kut gelir (I / 92).
Bu sözün günümüzdeki karşılığını yazmayalım, nasıl olsa uma'nın anla¬
mını biliyoruz; kut da ilk örneklerimizde yer alıyor. Ayrıca Yusuf Has Hacib de
Kutatgu Bilig'i yazmamış mıydı?
Ölen kelimeler arasına ağızlardan da pek çok örnek verilebilir. Her kuşak
aramızdan ayrılırken bazı kelimeleri de beraberinde götürmektedir. Günlük
hayatta kullanılan pek çok kelime, yeni hayat şartlarına bağlı olarak kullanıl¬
maz olmaktadır. Ayrıca yerlerine yeni kelimeler de türetilmemektedir.
Konya ağzı ile ilgili ilk derlemelerin tarihini 110 yıl ötesine kadar götüre¬
biliriz. Ayrıca aynı ağız ile ilgili bölge halkının ilk derlemelerinin üzerinde de
90 yıl geçmiştir. Bizce bu ikinci derlemeler daha önemlidir. Çünkü bu derle¬
meyi yapan iki öğretmen de Konyalıdır ve ilin ağzını çok iyi bilmektedirler.
Ahmet Nushi [Katırcıoğlu] ile Ahmet Necati [Atalay]'nin derlemeleri, döne¬
minin önemli kültür dergilerinden Ocak'ta yayımlanmıştır. Atalay'ın bir süre
sonra Yeni Fikir dergisindeki yazıları da son derece önemlidir. Bir de, Veli Sabri
Uyar tarafından 1938'de bir deftere toplanıp 40 yıl sonra 1978'de bir gazetede
tefrika edilen kelimeler vardır. Dile meraklı, doğup büyüdüğü evde ve ma¬
hallede hâlâ Konya ağzının konuşulduğu biri olarak o yazılardaki kelimelerin
pek çoğunu bilemememi, âdeta bir mezarlıkta dolaşmak gibi algılamaktayım.
Aşağıda belirli başlıklar altında verilecek olan kelimeleri acaba kaç Konyalı
hatırlayabilecektir? Belki bir adım daha ileri giderek şöyle de diyebiliriz: Acaba
komşu il ve ilçeler halkından bu kelimeleri hatırlayabilecek olanlar var mıdır?
Aşağıda kelimeleri ben işitmedim; bunun sonucu olarak da hiç kullan¬
madım. Acaba 1939 doğumlu değil de 1929, 1919 doğumlu olsaydım kaçını bi¬
lebilecektim? Acaba bu kelimelere 'ölü' gözüyle bakabilir miyiz?
abaka: Amca
ağlak: Mızıkçı
ak yarnaz: Bir çeşit beyaz buğday
aladı: Acele, çabuk
alama: Büyük taş
alatla-: Acele etmek
alkım: Üstü kirli
anarat: Saf, katışıksız
ardala: Ağırcanlı, hareketsiz
ayatlı: İğreti
2. Aşağıdaki kelimeleri hem işittim hem de kullandım. Bu kelimeler
benim için 'yaşayan' kelimelerdir. Ancak aynı kelimeleri lise çağındaki çocuk¬
larımıza sorduğumuzda anlamlandıramadılar. O hâlde bize göre 'yaşayan' ola¬
rak kabul edilen bu kelimeler gençler için "ölü" kelimelerdir.
acıysam: Hâlbuki, oysa
ağman: Kusur, eksiklik
akgut: İri taneli ak üzüm
aşana: Aşhane, mutfak
avgaz: Ana sudan evlere suyun alındığı yer altı su yolu
ayın: Oyun, hile
ayınnı: Oyunlu, hilekâr
cabcak: Hafifmeşrep adam
caylı: Onurlu, gururlu
cebcek: Her söze karışan kişi
ehniyan: Obur
dağal: Şiddetli ve toz kaldıran rüzgâr
3. Aşağıdaki kelimeleri gençler de kullanmaktadır. Ancak her kelimeyi
her genç kullanmamaktadır. Carı kelimesini bilen de var, bilmeyen de. Öbür
kelimeler için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. O hâlde bu kelimeler 'yaşayan'
ama bazı kesimlerce bilinen 'ölü' kelimelerdir.
aba: Ana, anne; abla
ağzı açık: Kapaksız mutfak rafı
akıt-: İşemek
anav: Eyvah
avara gasnak: Elinden iş gelmeyen kişi
carı: Elinden iş gelen kişi
geçe: Cihet, yön
genez: Galiba
günüle-: Kıskanmak
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. En eski kaynaklarda yer alan bazı ke¬
limelerimiz zaman içinde unutulup gitmiştir. Bu unutmada, kelimenin yerini
eş anlamlı bir kelimeye kaptırmasının önemli bir yeri vardır. Bir başka sebep
de o kelimeye gerek duyulmamasıdır. Böyle olunca da kelimeler kendiliğinden
'ölü kelimeler' arasına girmektedir.
Ancak bazı kelimelerin zamanla yeniden gündeme gelmeleri de söz ko¬
nusu olabilir. Bu gündeme gelme ya kendiliğinden olabilir veya bir zorlama ile
gerçekleşebilir. Yazımızı kısa bir karşılaştırmayla bağlayalım. Acaba Şekspir'in
veya Servantes'in kullandığı kelimelerin günümüz İngilizcesi veya İspanyol-
casında kullanılma oranı nedir? Bu soruya verilecek cevap kelime mezarlıkla¬
rının alanlarını belirleyecektir.